EĞLENCENİN YENİ ADRESİ !!!
  Etkileyici Hikayeler
 

Arkadaşlar bu bölümde insanların hayatlarında bir dönüm noktası olabilecek ve beni etkilyen hikayeleri sizlerle paylaşmak istiyorum...


GERÇEK DOSTLUK BÖYLE OLUR

Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.

Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.

Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını
öğrendiği kadına; Kendisinin de yanlız olduğunu söyler ve bu evde birlikte
yaşıyalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç
düşünmeden kabul eder. Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine
uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl
bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler.Yaşlı kadın ona uygun bir
kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler
sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi
kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da
geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir .
Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek
isteğiyle mikrafonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; Eskiden çok
sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum .çünkü biz gerçek dosttuk. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha
fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı.
İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.
Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını
istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu
şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş
istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek
üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.
Aşk Ve Ölüm...!

9.SINIF
Şuan dersteyiz.yanımda dünya tatlısı bir kız oturuyor.Yüzüne bakmaya kıyamıyorum.onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor.o benim en yakın arkadaşım. beni sadece arkadaşı olarak görüyor.nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum...
10.SINIF
Evdeydim arayıp erkek arkadaşıyla tartıştığını ve bana ihtiyacı olduğunu söyledi.sonra bize geldi.bana sıkı sıkı sarılıp ağladı.Şuan dizimde uyuyor.saçlarını okşayıp ogül yüzünü doya doya seyrettim.ben onu o kadar çok severken o beni sadecearkadaşı olarak görüyor.nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum..
11.SINIF MEZUNİYET BALOSU
Onunla çocukluktan beri arkadaşız.8. sınıftayken birbirimize söz vermiştik lise sonda mezuniyet balosuna gidecek eşimiz olmazsa beraber gidecektik.beni aradı ve erkek arkadaşının hastalanıp gelemeyeceğini söyledi ve beraber gidebilir miyiz diye sordu. kabul etttimonu evinden aldım.balodaki en güzel kız oydu.bembeyaz elbisesiyle tıpkı bir melek gibiydi..gece boyu dans ettik.kollarımdayken hep aynı şeyi düşündüm onu çok seviyordum .gece sonunda onu evine bıraktım.beni yanağımdan öpüp en iyi arkadaşı olduğumu söyledi.onu gerçekten çok seviyorum.ama o beni arkadaşı olarak görüyor.ona onu sevdiğimi nasıl söylerim. nedenini bilmiyorum ama kenmdimden çok utanıyorum...
Aradan yıllar geçti.. şimdi o canımdan çok sevdiğim meleğimi toprağa veriyorum. özel eşyalarının arasından kara kaplı bir defter çıkmış bana verdiler.okuyup okumamakta kararsızdım.açtım. bu bir günlüktü ve bir sayfasında şöyle yazıyordu...
''Şuan dersteyiz ve yanımda dünya yakışıklısı bir çocuk oturuyor.yüzüne bakmaya doyamıyorum.onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor.beni arkadaşı olarak görüyor.erkek arkadaşım olduğu yalanını söyleyerek ve sürekli onunla ilgili yalanlar uydurarak yanında olabiliyorum.onu canımdan çok seviyorum.bana bir kerecik SENİ SEVİYORUM deseydi dünyalar benim olurdu...''
Ben bu satırları okurken meleğimi çoktan gömdüler.hıçkırıklarımı tutamıyorumgözümü mezarından alamıyorum.merak etme biriciğim ben de ben de seni çok seviyorum....

GERCEK SEVGI

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu,
öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir
kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı
otobüse bindiler.

Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları
biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her
sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı
arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise
ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına
geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor
getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında
da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,
banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da
kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de
büyüdü, büyüdü...

Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir
tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların
bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler
hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm"
derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben senin için
ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir
tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında
başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok
sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu
notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,
kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla
karşılaşırdı...

Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun
hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı
yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler.
Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı.
Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken,
harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan.

"Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika
bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan,
martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..."
"Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para
olursa olsun, burası bizimdir artık...."
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor
oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,
kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu
görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki
evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir
cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi
unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da
çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini
söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur
anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve
sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton
duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği
arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek
zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin
tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen.
Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün,
öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve
peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde
ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona
sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar
etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak
isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına
kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.

Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen
yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri
geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin
alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,
kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle
uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne
yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri
girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey
göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık
bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi
onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden
uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de
haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa
ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi
görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış,
bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi
istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.
Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden
sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.

İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu...
Sırayla okudu;
"Seni çok sevdim",
"Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni istemedim"
"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?"
.............
son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın...
Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman
terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
KÜÇÜK BARİ SEN ÖLME !

Ayni Sokakta Oturuyordu.. Hergün bir baska kizla gelirdi.. Adi Esrarengizdi.. Herkes onun
hakkinda farkli seyler söylerdi.. Fakat hic kimse gercegi bilmezdi.. Benden Cok büyüktü..
Yesil gözlü ve esmerdi.. Mahallenin Bütün kizlari hastaydi ona.. Ben ise nefret ederdim..
Hic kimseyle konusmazdi.. Birgun Onunla yolda Karsilastik.. Cok güzel bir yüzü vardi.. Bana
gülümsedi,sasirdim.. Ama yinede sevmiyordum.. Fakat o cok farkliydi.. Gece boyunca lambasi
yanardi.. Uyumak yerine onu seyrederdim.. Herseyiyle ilgilenirdim.. O anladimki Hep
kendimi Kandirmissim.. Yavas yavas yolunu beklemeye basladim.. Ona karsi hisettigim
bir sevgi vardi.. Artik o eve gelmeden uyuyamiyordum.. Herkes onun kötü oldugunu
söyleyince onu savunurdum.. Onunla karsilasmak icin kapida otururdum.. Onu yine yolda
gördüm,bana göz kirpti.. Yanimdan gecerken onu cagirdim.. Bana ''acelem var kucuk''
dedi.. O an kendimi kaybettim.. Bana aramizdaki yas farkini hatirlatti.. Karar verdim,ona
olan hislerimi yüzüne karsi söyliyecektim.. Yolunu bekledim.. Bir gün onu gelirken gördüm
Pesine düstüm.. Eve girdi, biraz bekledim ve kapiyi caldim.. Acti ve ''ne var kücük'' dedi..
Adimi bile söylemeden ''SENI SEVIYORUM'' dedim.. Gülümsedi ve cevap vermedi,
kosarak uzaklastim oradan.. Bir ay boyunca evden disari cikmadim.. Bir gün kizlarla
konusurken ambulans geldi.. Onun evine girdiler ve onu sedyeyle disari cikardilar..
Önümüzden gecerken ''Bende Seni kücük'' dedi.. Gözlerini yumdu,
herkes bana bakiyordu.. Aglayarak kosmaya basladim.. Aksama kadar sokaklarda gezdim..
Göz yaslarim durmadan akiyordu, sonra eve geldim.. Annemler ondan bahsediyordu..
Ailesi yokmus, kendi gayretiyle bu yasa gelmis.. Ailesi evlenmesine izin vermeyince
sevdigi kiz evden kacmis.. Sokak serserileri kizi oldurmus.. Eve getirdigi diger kiz
arkadaslarinida trafik kazasindan kaybetmis.. Kimi sevdiyse ölmüs,cok aci cekmis..
Buna dayanamayip intihar etmis.. Polisler evinin duvarinda büyük bir yazi bulmuslar..
''KÜCÜK BARI SEN ÖLME'' yaziyormus.. 


 GEÇ DÖNEN SEVGİLİ...

 

Beş yıl olmuştu beraberlikleri başlayalı, Atilla çok yakışıklı, Büşra ise çok güzeldi çok uyumlulardı birbirlerine çok mutlu ve örnek bir aşkları vardı kimseyi umursamadan aşklarının tadını çıkartıyorlar ve sevgilerinin karşısında kimse duramıyordu kendi aralarında sözlenmişlerdi büyük bir aşktı bu. Bir gün yanlış bi anlaşılma yüzünden Atilla ile Büşra kavga ettiler ve Büşra Atilla'yı yüz üstü bırakıp ayrıldı ondan aynı mahallede oturuyorlar ve evleri karşılıklıydı Atilla ne yaptıysa olmadı bir türlü Büşra'nın geri dönmesini sağlayamadı ve uzun süre ayrı kalmışlardı Atilla artık eskisi gibi gülemiyor ve eğlenemiyordu Büşra ise Atilla'yı dışarıda gördüğünde suratına bile bakmıyordu.
Bir gün Atilla arkadaşlarıyla bir çay bahçesinde buluşup erkek erkeğe muhabbete dalmıştı birden çay bahçesine giren bir çift Atilla'nın dikkatini çekmişti, birde dönüp bakınca o erkeğin sarıldığı kızın Büşra olduğunu görmüştü ve o an donmuş kalmıştı Büşra Atilla'yı görmüş ama görmezlikten gelmiş Atilla o günden sonra kimselerle konuşmaz olup susmuştu. Artık ne camdan Büşraya bakıyor nede dışarı çıkıyordu artık hayata küsmüştü ve bir gün, Atilla bir çocukla Büşraya bi şiir yollamış Büşra şiiri alıp okumaya başlamış...
-Bir sabah sen uyurken, bir çığlık kopacak
Bu çığlık seni ve herkesi uyandıracak
Kalkıp nereden geliyor diye bakacaksın
Baktığında bizim evden geldiğini anlayacaksın
Sen daha şaşkınlığını atamadığın bir anda
Bir sela sesi çınlayacak bu şehrin sokaklarında
Tüm insanlar toplanacak birden oraya
Benim öldüğümü söyleyecekler sana
İnanmak istemeyeceksin onlara
Sonra koşup geleceksin bizim eve
Sarmışlar beni beyaz bir çarşafa
Bir hoca, dua edecek baş ucumda
Derken tabuta koymak isteyecekler beni
Vermemek için tutacaksın beyaz kefenimi
Yalvaran gözle bakacaksın onlara
Dokunmayın diyeceksin ne olur dokunmayın ona
Ben koyarım onu tabutuna
Ellerin varmayacak beni tabuta koymaya
Mecbur olduğunu anlayacaksın bir anda
Koyacaksın beni o uzun sandığa
Ve dönüp onlara beni sevdiğini söyleyeceksin
Sonra dönüp bana
İnan bu sözüm yalan değil diyeceksin
Sarılıp tabutuma bir off... çekeceksin
İşte o an benim aylarca çektiğimi
Sen bir anda çekeceksin
Geçte olsa hatanı anlayacaksın
Bir an yaşlı gözlerle bana bakacaksın
Bak sana döndüm diye yalvaracaksın...
Mecburen seni seveni..
Beyaz kefeninde bırakacaksın
Ve o günden sonra insanların dilinde
Geç dönen sevgili olarak anılacaksın"
Büşra şiiri tam bitirmiştiki birden bire Atilla'ın evinden bir çığlık koptu ve Büşra koşturdu o çığlığa ve Atilla'nın tavanda bir urganla asılı olduğunu gördü ve Büşra şiirin aynısını yaşadı. Bu olaydan sonra Büşra`yı ve Atilla'yı tanıyan kişilerin dilinde "GEÇ DÖNEN SEVGİLİ" diye anıldı...

 
 
Bir kadın evde tek başına yatıyormuş.O kadar çok hastaymış ki kalkıp telefona bile uzanamıyormuş, eşini aramak için.

Doktor o sırada hastahaneden evine yeni dönmüş.Bir çay yapmış kendine ve balkondan yağan yağmuru seyrediyormuş.Sokakta koşan 6-7 yaşlarında ki ufak kıza takılmış gözü.Ufak kız apartmana girmiş ve doktorun kapısını çalmış.Doktor şaşkınlıkla kapıyı açmış, karşısında üstü yağan yağmurdan sırıl sıklam olmuş ufak bir kız çocuğu duruyormuş.Doktorun sormasına izin vermden ufak kız çocuğu hemen söze atılır ve " Doktor Bey, annem çok hasta ölmek üzere, hemen gitmemiz gerek" der. Tutar doktorun elinden ve eve götürür.

Kapı çalar, kadın güçlükle yataktan kalkar ve kapıyı açar. Ufak kız ortadan kaybolmuştur. Doktor şaşırır, hasta kadına "Ben doktorum der. Ve içeri girip ilk muanesini yapar. Kadın doktoru eşi gönderdi sanır. Fakat şaşkındır, nasıl haberi olmuştu? Biraz konuşucak gücü bulunca doktora sorar: "Buraya nasıl geldiniz? der. Doktor olanları bir bir anlatır.Siyah kazaklı,kırmızı etekli ufak esmer bir kız beni getirdi, kızınızmış der. Kadın yorgun bedenini zorla yataktan kaldırır ve evet kızımdı der.

Köşedeki sandığı açar ve kızının kıyafetlerini oradan çıkarır. Sırılsıklam olmuştur elbiseler. Ve kadın kazağa sarılıp koklayarak ağlamaya başlar. 2 sene önce ağır bir hastalıktan öldü kızım der. Hasta kadın, ıslak elbiselere sarıllır ve " Teşekkürler kızım " der....


Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış.
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...

ACI AŞK
 
Yağmurlu bir günde başlamıştı okul, eylülün ilk günleriydi , daha ilk haftaydı ve birbirlerini gördükleri gibi birbirlerinden etkilenmiştiler.Kız tam Türk standartlarına uygun orta boylu biraz balık eti , erkek klasik Türk genci gözü kara saçları jöleli.2 hafta boyunca uzaktan uzağa birbirlerini izlemekle geçti ta ki bir gün yolları ortak derste kesişti.Bir işletmede biri iktisatta okuyordu ve Sosyoloji derslerini beraber alıyorlardı.Ortak arkadaşlar aracılığıyla tanışmışlar ve bu hoşlanma artık vuku bulmuş iki genç çıkmaya başlamışlardı.İlk aylarda iki genç birbirini tanımaya başlamışlardı onlar birbirleri için yaratılmışlardı.Aşkla dolu muhteşem geçen okul dönemimden sonra yaz tatili gelmişti.Ayrılık zamanıydı ama bu ayrılık sadece mesafeydi inanmışlardı gönüllerinde hiçbir şekilde mesafe olmayacaktı.Ve genç İzmir’e memleketine döndü.Döndüğü gibi sarıldı telefonuna her geçen saniye her aldığı nefeste onu özlüyor ve bu özlemini bir parçada olsa telefonda konuşarak gidermeye çalışıyordu.İkisinin de özlemi artık dizginlenemiyordu.Ve bir gece yarısı bunlar yine telefonda konuşuyorlardı.Çocuk gayri ihtiyari “Bir isteğin var mı aşkım” dedi telefonu kapatırken kız da “Çikolata istiyorum sanki alacaksın” dedi alaylı bir ifadeyle gülüştüler birbirlerini sevdiklerini söyleyerek kapadılar telefonu.Ama çocuk kafasına takmıştı aşkının istediğini yerine getirmeliydi.Ve babasının arabasının anahtarını aldığı gibi köşe başındaki büfeden çikolatayı aldığı gibi Bursa yollarına düştü.Sabah ezanı okurken Bursa’da aşkının kapısının önündeydi ve telefona sarıldı “Aşkım canın hala canın çikolata istiyor mu” kız durumu anlamamıştı zaten uykusundan da yeni uyanmıştı “Evet” diye cevap verdi. Çocuk “O zaman camdan bak “ dedi.

Kız bir sersemlik içerisinden camdan baktığında aşkının bir elinde gül bir elinde en sevdiği çikolatayı görünce bir anda ağlamaya başlamıştı inanamıyordu ağlıyordu sevincinden içi içine sığmıyor ve böle bir erkeğe sahip olduğu için kendinden gurur duyuyordu.Kız camı açtı çocuk çikolatayla gülü pencereden attı ve gitti.O gün bir daha görüşmemişlerdi.Çünkü çocuk oraya aşkını mutlu etmek isteğini yerine getirmek için gelmişti ve bunu da yerine getirdiği için büyük huzurla evine dönmüştü zaten babası da sabahleyin arabasını yerinde görmek isterdi.Bunun izahını yapamazdı.Yazın birkaç defa görüştüler ama okulun açılmasını yeni güz dönemini sabırsızlıkla bekliyorlardı.Okul başlamıştı ve birinci yılları büyük sürprizlerle kutlamışlardı.Aşkları günden güne büyüyor geçen sene uzaktan uzağa bakışmaları hatırlıyorlar niye daha evvelinden tanışmadıkları için birbirlerine tatlı sitemlerde bulunuyorlardı.2 sene de böyle hem aşk açısından hem de derslerinden başarı açısından mükemmel gidiyordu.İkisi de sorunsuz bir şekilde sınıflarını geçmiş artık bu sene mezun olacaklardı.Çocuk artık diploma yakın olduğu için kendinde evlenme kararını almıştı.Kıza direk sormasa da ağzını aratmış ve onun da bu işe sıcak baktığını düşünüyordu.Bir 14 Şubat günü çok güzel bir gün tertip etmişti.Çok güzel yemek yemişler Bursa’nın el verdiği kadar eğlenmişlerdi.Artık gün bitmek üzereydi ki bunlar Mudanya da denizle kumun birleştiği noktada el ele diz dize otururken genç cebinden yüzüğü çıkarttı ve ay ışığında mehtap eşliğinde Evlenme teklifini yaptı ve kız hiç düşünmeden kabul etti.İkisinin de mutlulukları bin kat daha artmıştı.Ama ondan sonra bir anda rüzgarın yönü değişti kız olmayacak yerlerden sorun çıkartıyordu.Ve 3,5 sene sonra ilk defa ayrılmışlardı.Çocuk saçına sakalına bakmaz olmuştu ama nasıl olsa barışırız deyip kendini avutuyordu zaten kızın 2 gün sonra doğum günüydü bir bir türlü onun gönlünü alırım diyordu sıradan bir sabah yine okula gittiğinde gözlerine inanamadı geçen hafta evlenmek istediği , canını yoluna sermekten bir dakika bile tereddüt etmeyeceği kız başka bir erkekle el eleydi.Yumruğunu sıktı dudağını ısırdı kızla göz göze geldi kızda inanılmayacak bir umursamazlık vardı ve ne yapacağını bilemez bir şekilde kantinin ortasında kala kaldı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu anlam veremiyordu niye böyle olmuştu. Arkadaşlarının yardımıyla güç bela lavaboya gitti çeşmeyi açtı hıçkırıklarla ağlıyordu ama ağlamasını kimsenin duymasını istemiyordu.Eve gitti o gün ve ondan sona ki gün derslere girmemişti.3,5 sene boyunca sadece bir ders kaçıran çocuk iki günde iki ders kaçırmıştı.Evde amaçsız amaçsız oturuyor kendini içkiden uzaklaştıramıyordu.Gece olmuştu saatine baktı saat 10 sularındaydı ve 2 saat sonra aşkının doğum günüydü bir anda aklında bir fikir belirdi ve kendini toparladığı gibi dışarı çıktı 2 sene önce çikolata ve gül verdiği yerdeydi ve saat 12ydi telefonuna sarıldı aradı aradı aradı ama kız açmıyordu ve çocuk tekrardan ağlamaya başlamıştı.ve kıza bir mesaj yazdı camdan dışarı bak kız dikkate almamıştı bu mesajı.Sabah karşı kız uyandı camdan dışarı bakıp havanın durumuna bakacaktı perdeyi araladı ve bir anda öyle kala kaldı gözlerine inanamıyordu… Çocuk kendini sokak lambasına asmış ve üstündeki beyaz t-shirt de “ Doğum günün kutlu olsun seni çok seviyorum” yazıyordu…

ÜZÜCÜ BİR AŞK HİKAYESİ

Adam genç eşini çok seviyor,bir o kadarda kıskanıyordu öyleki iş yerinde yemek verildiği halde,her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor,eşiyle birlikte yemek yiyordu.Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu.Bilmediği bir şey vardı eşi kendisini kontrol ediyordu.Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler yemeklerini taa ki adam gelipte eşini evde bulamayana kadar.

Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok...Odaları gezdi bir bir...yok...yok...yok...Telefona sarıldı hemen.Kapalıydı kadının telefonu.İrkildi birden."korktuğum başıma geldi kesin aldatıyor beni" diye düşündü.........Tanıdığı herkesi aradı ailesi,arkadaşları,aile dostları,komşuları hiç kimse görmemişti kadını saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu.Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışmış düşüncelerle dönüp duruyordu.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı avukat arkadaşına giderek dava açtırdı.Kesin aldatmıştı kocasını ve dönmeye yüzü yoktu artık herşey bitmişti.
Eve dönünce eşine ait ne varsa attı resimleri yırttı,elbiselerini yaktı,takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye geriye sadece bir sevgililer günü kartı kalmıştı." hep seninim...hep senin kalacağım..."yazıyordu üzerinde.adam nefretle bakarak duvara astı kartı uzun uzun baktı elinde tuttuğu içki kadehini sıktığının farkında bile değildi.Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.
Telefonun sesini duyduğunda ancak farketti elinin acıdığını ve kan içinde kaldığını açtı telefonu

ADAM __ buyrun dedi adam
TELEFONDAKİ __ iyi günler beyfendi ........ beylerin evimi?
ADAM __ buyrun benim
TELEFONDAKİ __ ben ........... hastanesinden arıyorum iki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize henüz bugün kendine gelebildi sizin isminizi öğrenebildik hemen gelebilirmisiniz?

Adam yığıldı olduğu yere yanlış duymuş olabilirmiydi."kesin sevgilisi dövdü" dedi içinden gitmekle gitmemek arasında bocaladı birden sonra "gidip yüzüne tükürmeliyim"diye düşündü.Fırlayıp çıktı sokağa attığı adımların sesini duyuyordu sadece koştu,koştu...Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi artık biliyorduki anlatılan doğruydu eşi yaralıydı ama neden?merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu.Kapıya geldiğinde doktorları gördü.Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi.Doktorlardan birisi başını öne eğdi "başınız sağolsun eşinizi kurtaramadık dedi adam aldatılmışlığın acısıylamı yoksa sevdiği içinmi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.

Aradan 10 gün geçmişti adam iyiden iyiye yıpranmış,çökmüş,sanki hayattan elini eteğini çekmişti devamlı duvarda asılı duran karta bakıyordu o arada kapı çaldı.Genç bir kurye,büyük bir paket bıraktı kapının önüne.Gülümseyerek "doğum gününüz kutlu olsun efendim eşiniz 10 gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi tembihledi.Çok şanslısınız beyfendi dedi ve çıkıp gitti ne yapmalıydı bilmiyordu adam.Açtı kutuyu elleri titreyerek bir kazak vardı en üstte "çok beğenmiştin bu tazağı ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan güle güle kullan aşkım" yazılı bir kağıt iliştirilmişti bir paket daha vardı kutuda açtı...saatti bu.Yine bir yazı. "eve geleceğin zamanlar,geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi.Umarım artık geç kalmazsın" en alttada bir kart vardı.Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları "son olacak belki belkide hep yanında,hep birlikte kutlayacağız.Bizli nice yıllara aşkım"

Genç kadın,eşi için seçtiği hediyeleri,doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı.Yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti merak etmesin diye ama hızla gelen arabayı farkedememişti...

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol